DEVAM: 94- MÜSLÜMANLARDAN BİR ÇOK TAİFE'NİN HESAPSIZ VE AZAPSIZ
OLARAK OLARAK CENNET'E GİRECEKLERİNE DELİL BABI
371 - (218) حدثنا
يحيى بن خلف
الباهلي.
حدثنا
المعتمر عن هشام
بن حسان، عن
محمد، يعني
ابن سيرين،
قال: حدثني
عمران قال:
قال نبي الله
صلى الله عليه
وسلم: "يدخل
الجنة من أمتي
سبعون ألفا
بغير حساب" قالوا:
ومن هم يا
رسول الله؟
قال "هم الذين
لا يكتوون ولا
يسترقون.
.وعلى ربهم
يتوكلون"
فقام عكاشة
فقال: ادع
الله أن
يجعلني منهم.
قال "أنت
منهم" قال
فقام رجل
فقال: يا نبي
الله! ادع
الله أن
يجعلني منهم.
قال "سبقك بها
عكاشة".
[:-523-:] Bize Yahya b. Halef El-BâhiIi rivayet etti. (Dediki): Bize
Mu'temir, Hişâm b. Hassân'dan, o da Muhammed'den yani İbnî Sirîn'den naklen
rivayet etti: Demişki: Bana îmrân rivayet etti. İmran dedi
ki: Allah'ın Nebisi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
"Ümmetimden yetmiş
bin kişi hesapsız cennete girecektir. "
Ashab: Onlar kimlerdir
ey Allah'ın Resulü, dediler. O: "Onlar vücutlarını dağlamayanlar, efsun
yapmayanlar ve Rablerine tevekkül edenlerdir" buyurdu.
Ukkaşe ayağa kalkarak:
Beni onlardan kılması için Allah'a dua et, dedi.
Allah Resulü: "Sen
onlardansın" buyurdu.
Bir adam daha kalkarak:
Ey Allah'ın Nebisi beni onlardan kılması için Allah'a dua et, dedi. Allah
Resulü: "Bu hususta Ukkaşe seni geçti" buyurdu.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 10841
NEVEVİ ŞERHİ: "Onlar v ücutların ı dağlamayanlar, efsun yapmayanlar
ve Rablerine tevekkül edenlerdir." İlim adamları bu hadisin anlamı
hususunda farklı kanaatlere sahiptirler. İmam Ebu Abdullah el-Mazerı dedi ki:
Bazı kimseler bu hadisi tedavi olmanın mekruh olduğuna delil göstermiş olmakla
birlikte ilim adamlarının çoğunluğu bunun aksi kanaattedirler. Onlar da
ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in çörekotu, kust, sabır ve benzeri
çeşitli ilaç ve yiyeceklerin faydalarını sözkonusu eden pek çok hadisteki
ifadelerini ve Aişe (r.anha)'nın Allah Resulünün çokça tedavi olduğuna dair
haberlerini, onun rukyesi ile şifa bulmak istemenin bilinen bir husus olduğunu
delil göstermişlerdir. Ayrıca ashabtan bazılarının rukyeye karşılık olarak bir
ücret aldığına dair hadisi de delil göstermişlerdir.
Bu
husus böylece sabit olduğuna göre, o takdirde bu hadisteki ifadeler ilaçların
tabiatları gereği faydalı olduğuna inanıp, işi Allah'a havale etmeyen kimseler
hakkında yorumlanır.
İlaç
ve Benzeri Yollarla Tedavinin Hükmü
Kadı
İyaz der ki: Hadis hakkında açıklamalarda bulunanlardan birçok kimse bu tevili
benimsemiş olmakla birlikte, bu tevil (yorum) doğru bir yorum değildir. Çünkü
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ancak bunların cennete hesapsız girmek
ve yüzlerinin ondördündeki ay gibi parlak ve aydınlık olduğunu belirterek bir
meziyet ve bir üstünlüklerinin olduğunu haber vermektedir. Eğer durum bunların
yorumlarında söyledikleri gibi olsaydı, bunlara bu üstün fazilet özelolarak
verilmezdi. Çünkü sözkonusu edilen husus (ilaçların tabiatı itibariyle faydalı
olmayıp, şifayı Allah'ın verdiği hususu) bütün müminIerin akidesidir. Bunun
aksine inanan bir kimse kafir olur. İlim adamları ve meani bilginleri bu
hususta açıklamalarda bulunmuş, Ebu Süleyman el-Hattabı ve başkaları yüce
Allah'a tevekkül edip, onun kaza ve belasına rıza göstererek bunları terk
edenlerin kastedildiği kanaatindedirler.
Hattabı
dedi ki: Bu ise imanlarını tahkik etmiş kimselerin derecelerinin en
yükseklerindendir. Böyle dedikten sonra bir topluluk da bu kanaattedir deyip,
isimlerini sayar.
Kadı
İyaz der ki: Hadisin zahiri budur. Hadisin muktezasına göre ise hadiste sözü
geçen vücudu dağlatmak, efsun yapmak (rukye) ve diğer tedavi şekilleri arasında
bir fark olmamalıdır. Davudı dedi ki: Hadisten kasıt, sağlıklı iken
yaptıklarıdır; çünkü herhangi bir rahatsızlığı olmayan bir kimsenin hamayıl
edinmesi ve rukyeye başvurması mekruhtur. Herhangi bir hastalığından ötürü bu
yola başvurmak ise caizdir. Bazıları ise rukyelerin (efsunların) ve dağlamanın
özellikleri itibariyle diğer tedavi türleri arasından özelolarak
değerlendirilmesi gerektiğini ve tıbbın (tedavinin) tevekküle aykırı olmadığını
benimsemişlerdir; çünkü Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de, selefin
faziletli kimseleri de tedavi olmuşlardır. Yemenin beslenmeye, gıdalanmaya, su
içmenin susuzluğu gidermeye kesin olarak sebep olduğu bilinen benzeri bütün
hususlar bu konuda söz söylemiş kimselere göre tevekküle aykırı değildir.
Bundan dolayı onların tedaviyi kabul etmedikleri bilinmemektedir. Bu sebeple de
gıda ihtiyacını ve ailesinin nafakasını karşılamak için kazanmayı, kazancı
sebebiyle rızkına bizzat güvenmemesi ve bütün bu hususları yüce Allah'a havale
etmesi şartıyla tevekküle aykırı görmemişlerdir.
Tedavi
ile vücudu dağlamak arasındaki farka dair açıklamalar uzun sürer. Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) her ikisini de mübah kılmış ve onları övmüştür.
Ama ben bu konuda yeterli gelecek kadarıyla bir nükteyi sözkonusu edeceğim.
Şöyle ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hem kendisi tedavi olmuş, hem de
başkasına tedavi olmasını söylemiştir. Ama kendisi vücudunu dağlatmamış fakat
başkalarını da dağlamıştır. Bununla birlikte sahih olan rivayete göre O
ümmetine dağlamayı yasaklamış ve: "Ben dağlanmayı sevmiyorum"
buyurmuştur. Kadı lyaz'ın sözleri burada sona ermektedir. Allah en iyi
bilendir.
Hadisin
zahir olan anlamı Hattabl'nin ve ona uygun kanaat belirtenlerin -az önce
geçtiği gibi- tercih ettiği manadır. Bunun da özü şudur: Sözü edilen kimseler
Aziz ve Celil Allah'a işlerini kemal derecesinde havale etmiş, bundan dolayı
karşı karşıya kaldıkları sıkıntıları bertaraf etmekte sebeplere başvurma yoluna
gitmemişlerdir. Bunun faziletli bir durum ve böyle yapanın da üstünlüğünde
şüphe yoktur. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in tedavi olmasına gelince,
bize bunun caiz olduğunu beyan etmek içindir. Allah en iyi bilendir.
Tevekkül Nedir?
"Rablerine
tevekkül ederler." Selef ve halefin alimlerinin tevekkülün gerçek mahiyeti
ile ilgili ifadeleri arasında farklılık vardır. İmam Ebu Cafer Taberi ve başkaları
selefin bir kesiminden şöyle dediklerini nakletmektedirler: Ancak -yırtıcı bir
hayvan yahut bir düşman gibi- Allah'tan başkasının korkusu kalbine girmeyen ve
hatta yüce Allah'ın rızkını teminatı altında aldığına dair güven sebebiyle
rızık talebi için çalışıp, çabalamayı terk etmeyen kimse tevekkül ismini almaya
hak kazanır.
Böyle
diyenler, bu hususta nakledilmiş rivayetleri delil gösterirler. Bir kesim de
şöyle demiştir: Tevekkülün sınırı yüce Allah'a güvenmek, onun kaza ve kaderinin
gerçekleşeceğine kesin inanmak, yiyecek, içecek elde etmek, düşmandan sakınmak
gibi zorunlu ve gerekli hususlar için çaba ve gayret göstermekte onun nebisine
uymak demektir. Nitekim nebiler de -Allah'ın salat ve selamları hepsine olsun-
böyle yapmışlardır.
Kadı
İyaz der ki: İşte bu mezhep, Taberi'nin ve genelolarak fakihlerin tercih ettiği
kanaattir. Birincisi ise bazı mutasavvıfların ve kalp ve işaretler ilmi ile
ilgilenen leri n görüşüdür. Aralarından muhakkik olanlar ise cumhurun mezhebine
eğilim göstermişlerdir. Şu kadar var ki, onlara göre sebeplere iltifat ve
onlarla huzur bulmakla birlikte tevekkül adını kullanmak doğru değildir. Aksine
sebepleri yerine getirmek Allah'm sünneti ve hikmetidir. Ayrıca sebepleri n
herhangi bir fayda sağlayıp, bir zarar önlemeyeceğine, her şeyin yalnızca yüce
Allah'tan geldiğine de güvenmek gerekir. Kadı lyaz'ın ifadeleri bunlardır.
İmam,
üstat Ebu'l-Kasım el-Kuşeyri (rahimehullah) de şöyle demektedir:
Şunu
bil ki tevekkülün yeri kalptir. Zahir ile hareket etmeye gelince, kulun,
yalnızca yüce Allah'tan gelene güveni tahkik derecesinde olduktan sonra, kalp
ile tevekküle aykırı değildir. Eğer herhangi bir şeyde zorluk olursa onun
takdiri iledir, kolaylık olursa da onun kolaylaştırması iledir. (3/91)
Sehl
b. Abdullah et-Tusteri (r.a.) dedi ki: Tevekkül yüce Allah ile birlikte onun
dilediğine göre hareket edip, davranmaktır. Ebu Osman elCebri de: Tevekkül,
yüce Allah'a itimat etmekle birlikte, yalnızca onunla yetinmektir, demiştir.
Tevekkül,
çoğa sahip olmanın da, aza sahip olmanın da eşit olmasıdır diye de
tanımlanmıştır. Allah en iyi bilendir.
372 - (218) حدثني
زهير بن حرب.
حدثنا
عبدالصمد بن
عبدالوارث.
حدثنا حاجب بن
عمر أبو خشينة
الثقفي. حدثنا
الحكم بن
الأعرج عن
عمران بن
حصين؛ أن رسول
الله صلى الله
عليه وسلم قال: "يدخل
الجنة من أمتي
سبعون ألفا
بغير حساب"
قالوا: من هم؟
يا رسول الله!
قال "هم الذين
لا يسترقون.
ولا يتطيرون
ولا يكتوون.
وعلى ربهم
يتوكلون".
[:-524-:] Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. Dediki: Bize Abdüssamed
b. Abdilvaris rivayet etti. (Dediki): Bize Hâcib b. Ömer Ebu Huşeynete's Sekâfi
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hakem b. A'raç, Imran b.
Husayn'dan naklen rivayet ettiki Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
"Ümmetimden yetmiş
bin kişi hesapsız cennete girecektir" buyurdu. Ashab: Onlar kimlerdir ey
Allah'ın Resulü, dediler. O: "Onlar efsun yapmayanlar, uğursuzluk
duygularına kendilerini kaptırmayanlar, vücutlarını dağlamayanlar ve Rablerine
tevekkül edenlerdir" buyurdu.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 10819
NEVEVİ ŞERHİ: "Bize Hadb b. Ömer
Ebu Huşeyne tahdis etti." Burada sözü edilen Hadb meşhur nahiv imamı İsa
b. Ömer en-Nahvl'nin kardeşidir.
DAVUDOĞLU ŞERHİ
219.sayfada.